BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
Stratejik Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi

 

Ercan ÇİTLİOĞLU

Terörizme İnsan, Sosyal Doku ve Devletlerle İlişkiler

Üzerinden Genel Bakış

Ercan Çitlioğlu

Stratejik Araştırmalar Merkezi

 

Terörizmin en büyük ve etkili silahının; eylemlerindeki, zaman, mekan ve hedef seçimindeki belirsizliklerin bilinmezliğinden kaynaklanan korku iklimi yaratma olduğu düşünüldüğünde, bilinmeyen ve belirsizlik olgularının insan ve yaşadığı sosyal dokuyu (beşeri zemini) anlayarak çözümlemekten geçtiği açık olmalıdır.

İnsanlar, deneyimleri sonucu korunma ve çözüm bağlamında antidot ürettikleri tehdit ve tehlikeler konularında önlem alarak korkularını sınırlayabilirken (ateşin antidotunun su olması gibi) belirsizlik (yer ve zaman) ve bilinmezlik (yıkıcı şiddetinin ne olacağı) açılarından örneğin deprem konusunda aynı sınırlama imkanından yoksundurlar.

Tanımlanmadığı için denetim altına alınması mümkün bulunmayan, daha önce yaşanarak öğrenilmiş bilgi bağlamında önlem geliştirme adına kalıcı hafızalarda yer etmeyen ve bu nedenle korunma açısından bir anlamı ve pozitif bilgiye dayalı olmayan korkuların yaratacağı panik duygusu ise sınırsızdır.

Bu nedenle nesnel sonuçlara ulaşmayı öngören pozitivist paradigma ve anlayışın güvenlik yönetim ve sürecinde tek başına yeterli olmadığından yola çıkılarak varılacak genellemelerin eş zamanla evrensel bir gerçekliğin ifadesi olmayacağı düşünüldüğünde, insanı ve yaşadığı sosyal dokuyu anlamak, terörizmin nedensellik ve gerekçelerini çözümleyerek önlem geliştirme bağlamında önem kazanmaktadır.

Bireyler ve toplulukların yaşadıkları sosyal doku ile birleşerek biçimlenen değer yargıları, algıları, yakınmaları, öfkeleri manipüle ve ajite edilerek gerek terör örgütleri gerekse bu örgütleri amaçlarına ulaşmada bir enstrüman/kaldıraç olarak kullanan devletler ve devletler dışı aktörlere elverişli ve kullanışlı bir alan açmaktadır.

Bu bağlamda insan ve insanın içinde yaşadığı sosyal yapı ve dokuyu anlamadan belirlenecek stratejiler, kısa vadede olumlu sonuçlar üretse de, uzun vadede çözüm yerine çok daha karmaşık, zincirleme reaksiyonlar ve domino efektlerinden kaynaklanan, taktik uygulamalarla giderilmesi mümkün bulunmayan yeni sorunlar üretebilmektedir.

Çalışmamız birbirinden ayrı gibi görünen ancak etki-tepki bileşeni ve köken alanda bütünleşen iki olgu arasındaki bağlantı ve geçişkenliği örnekleri ile irdeleme amacını taşımaktadır.        

  1. Geçmişte karşılaşılan tehditlerle bu tehditlere dayalı algılar; değişim, evrim ve jeostratejik ve jeopolitik paradigma kaymaları nedeniyle günümüzde nasıl geçerliliğini yitirdiyse, tehditlerin mevcut kaynakları ve bağlı algıları da gelecekte nesnel ve öznel dönüşümlerle karşı karşıya kalarak geçerliliklerini yitireceklerdir. (Dedeoğlu, 2008) Bu bağlamda günümüz tehditlerine dayalı projeksiyonlar ve analizlerden yola çıkarak gelecekte karşılaşılması olası güvenlik sorunlarına ilişkin öngörüler üretmek, bu alanda hızlı ve radikal (kobra sendromu) ya da yavaş ve sinsi (boğa yılanı sendromu) değişimler nedeniyle oldukça zor ve sağlıksız görünmektedir.

İki kutuplu dünya sistemi ve güç dengelerinin topyekun savaşları önlediği ve ideolojilerden kaynaklanan güçlü ittifaklar yarattığı (NATO-Varşova Paktı gibi) Soğuk Savaş günleri sonlandığı için uluslararası ilişkiler sistem ve dinamiklerini anlayarak yorumlamak yakın geçmişteki kadar kolay görünmemektedir. Devletlerdışı, kimi zaman ve hallerde devletlerden daha güçlü/yönlendirici aktörlerin uluslararası  sisteme katılımının büyük önem/belirleyicilik kazandığı günümüz ortamında, tehdit algıları ve projeksiyonlarının iki kutuplu dünya sisteminin güç dengesine dayandığı kolaycı bakış açısından kaynaklanan basit/sığ bir düzeye indirgenme olanağı ortadan kalkmış bulunmaktadır.

Bu bağlamda sürekli devinen konjonktüre bağlı olarak  giderek “artan nedenler” öngörülmesi zor “artan sonuçlara” neden olduğu için sağlıklı analizler ve öngörüler üretebilme, yanılma payı yüksek bir sürece eşlik etmektedir.

Sonuç olarak, geçmişte mevcut statükoya kilitli zihinsel dünyamızda öngörülemeyen olası yeni tehditler güvenlik bağlamında endişe kaynağı olarak ortaya çıkmakta, bu nedenle yeni güvenlik teori/konsept ve doktrinlerinin üretilmesi gündeme gelmektedir. Kimi zaman bu yeni ancak tanımlanmamış endişe ve tehditler “bilinmeyene tepki” olarak ortaya çıkabildikleri için reel politikadan uzak radikal yaklaşımlarla özdeşleşebilmekte ve Machiavelli’nin “Prens”indeki metafora benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. “Bazen bir hastalığın teşhisi zor ancak tedavisi çok kolaydır, bazen de bir hastalığın teşhisi çok kolay ancak tedavisi çok zordur.”

Günümüz ve yakın gelecekte uluslararası ilişkilerin anılan metaforun ikileminde kendisini bulan çok boyutlu ve çok kutuplu yapısı, paradigma kaymaları nedeniyle giderek ivme kazanan çıkar çatışmalarının köken alanlarındaki değişimler, mevcut algıların sarsılarak bireysel ve toplumsal düzlemde ya daha edilgen ya da tam aksine agresif ve çatışmacı bir konuma indirgenmeye neden olmaktadır.

Günümüz güvenlik ortamında, dominant güçlerin, merkezler yerine çatışmaları çevre bölgelere yayma arayışında olduğu; buna karşılık yoğunlaşan asimetrik ve hibrit tehditlerin, muhatap devlet ve halkların varlıklarını sürdürme iradesinden kaynaklanan çatışmaları bu defa merkezlere taşıyarak korunma içgüdülerini tetiklediği görülmektedir. (CACI International Inc. 2008)

Dünya nüfusunun 2050 yılında 9.1 milyar (günümüzde 7.1 milyar) olacağına ilişkin BM nüfus projeksiyonları, önümüzdeki 25 yıl içinde, bugün bile kıt/yetersiz olan doğal ve besin kaynaklarını paylaşacak 2 milyar insanın daha var olacağını göstermektedir. (BM, 2008 nüfus projeksiyonu) Aşırı artan dünya nüfusunun %90’ının az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayacağı ve 2050 yılında öngörülen nüfusun %80’inin enerji kaynaklarının yaklaşık %70’ine ev sahipliği yapan ancak su ve besin kaynaklarının kıt olduğu Asya, Ortadoğu, Kuzey Afrika’da yer alacağı göz önüne alındığında, gelecekteki tehdit kaynaklarının radikal bir biçimde değişeceği son derece açık olmalıdır. (BP Dünya Enerji İstatistik İncelemesi, 2010)

Küresel ısınma ve bağlı olarak iklimlerdeki kaymalar dünya jeopolitiğinde radikal değişimlere neden olurken jeostratejik kavram ve konseptler de değişime uğramakta, tarım ve yaşanabilir alanlarda ekosistemin bozulması sonucu giderek daralma/ azalmanın büyük kıtlıklar/açlık ve son yıllarda işaretleri görülen kitlesel göçleri tetikleyebileceğine gelecek projeksiyonlarında yer verilmektedir. (Halden, 2007) Anılan göçlerin varabileceği ve hayatta kalabilme mücadelesinden kaynaklanan, geçmişteki yığınsal göçleri anımsatan bu dalgaların yaratacağı sosyoekonomik ve kültürel patlamalar henüz bütünüyle ufuk hattına düşmemiş olmasa da yakın geleceğin tehdit kaynakları arasında yerini almış görünmektedir.

Gelecekte yaşanması kuvvetle muhtemel hatta aşırı bir argüman olarak görünse de kaçınılmaz bu yeni ve kalıcı hafızalarımızda yer almadığı için alışılmadık süreçte, sürekli değişen, dönüşen, farklılaşan uluslararası çıkarlar;  devletleri bilinen tutum ve kalıplaşan klişe davranış, eylem ve tepkilerini değiştirerek koşullara göre güncelleyen yeni yapılar ortaya çıkarmaktadır. Bu yadsınmaz gerçeklik dünyanın içinden geçtiği ve ağırlaşarak sürmesi beklenen karmaşık ve kaotik gelişmelerle birleştiğinde, devletler ve devletler dışı/üstü aktörlerin siyasi ve ekonomik amaçlarına ulaşmak/konsolide etmek için hangi yöntemlere başvurabilecekleri konusunda ise sağlıklı öngörülerde bulunmak giderek zorlaşmaktadır.

Ancak gelecekteki çatışmaların; dominant güçler halklarının refah ve güvenliklerini sürdürmeleri ile her koşulda varlıklarını sürdürme arayışında olan ülkeler ve halkların arasında geçeceğini bir argüman olarak savlamak herhalde yanlış bir hipotez olmamalıdır.  Bir başka yaklaşımla gelecekteki yerel ve bölgesel çatışmalar konum ve sahip olduklarını kaybetmek istemeyenlerle hayatlarından başka kaybedecek bir şeyleri olmayanlar arasında yaşanacak görünmektedir. Her türlü normatif değerin varlığını yitireceği, korunma ve yaşamını sürdürme içgüdülerinin başatlığında şekillenecek kaçınılmaz ilkelliğin yüzeye yansıyabileceğini öngören bu hipotez gelecekteki tehditler ve ölçeklerinin nerelere varabileceği konusunda son derece uyarıcı olmalıdır.

Bu noktada çalışmamızın konusu olan terörizmin çizilmesine çalışılan gelecek varsayımları çerçevesinde nerelere evrileceğine yer verilecektir.

1.1 İki ve tek kutuplu sistem, küresel arenada donmuş ihtilaflarla birlikte uç vermeye başlayan sıcak ihtilafları da maskeleyerek ötelediği için anılan yapay durağanlık gelecek varsayımları noktasında bir ölçüde göz ardı edilmiş olmakla, yaşanan günde terörizmle ilgili yeni değerlendirmelere eşlik edecek algıların ciddi bir değişim ve dönüşüm geçirmesi gerekmektedir. Terörizm yakın geçmiş ve günümüzde örnekleri görüldüğü üzere bazı devletlerce çıkarlarını dayatmak, politik, ekonomik, stratejik amaçlarına ulaşmak, mevcut konumlarını kalıcılaştırarak korumak için bir araca dönüştürülürken, dünyanın yeni değerler sistem ya da sistemsizlik ve yapısında devletler arasında konvansiyonel ve topyekun çatışmalar giderek azalmaya başlamış görünmektedir. Zorunluluktan kaynaklanan bu gerçeklik kimi devletlerle birlikte devletler dışı bazı aktörlere; eylemleri ya da eylemsizlikleri ile terör örgütlerini destekleyen/sempati besleyen ya da çıkarlar bağlamında hedef ülkeleri bir şekilde terörizmle eşleştirerek/özdeşleştirerek bu gibi ülke/toplumlara karşı yeni bir savaş yöntemi için fırsat penceresi açmış bulunmaktadır. (Örneğin İran, Irak, Filistin, Libya, Suriye, Sudan, Yemen vb. gibi)Bu yeni dönemin özellikleri, simetriden asimetriye, konvansiyonel tekil ya da çok taraflı savaşlardan düşük yoğunluklu çatışmalara, bölgesel savaşlardan yerel ve iç çatışmalara uzanan bir kulvarda hibrit/asimetrik bir platformu gündeme taşımış görünmektedir. Ekonomik ve insan kayıpları açılarından çok daha düşük maliyetli, savaş hukuku uygulaması dışında kalan, Makyavelist ve Goebbels’vari propaganda çarkları ile dünya kamuoyunun algıları yapılandırılıp yönlendirilerek haklı ve kaçınılmaz olduğuna  inandırılan bu yeni çatışma modeli, (örneğin Çöl Fırtınası harekatı öncesi Irak’ın kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu ve sonradan kurmaca olduğu ortaya çıkan siyah propaganda gibi) her etkinin bir tepkisi olduğu kuramından hareketle karşıt bir  yöntemi gündeme taşımış bulunmaktadır.

Ekonomik ve askeri güçleri ile teknolojileri hasım ya da rakip üstün güçlere karşı koymaya yeterli olmayan kimi devlet ve devletler içindeki ideolojik, dini referans alan ya da etnik ayrılıkçı gruplar da terörizmi gerek bir savunma refleksi ya da amaçlarına ulaşabilme bağlamında üçüncü ülkelere karşı dışsal veya kendi yönetimlerine karşı içsel yeni bir savaş yöntemi olarak keşfettiler. Özetle “örtülü ya da vekalet savaşları/Proxy wars”.

1.2 İnsanlıkla birlikte başlayan ve yaşanacak gelişmelere bağlı olarak metamorfoza uğrayarak devam etmesi beklenen  “terörizmin” yapı ve felsefesi onu kimi topluluk/grupların elinde önemli bir silaha dönüştürürken; dünyadaki kaçınılmaz sosyo-ekonomik dengesizlikler, giderek azalan enerji kaynaklarının tekelleştirilmesi, artan nüfusu beslemeye yetmeyen ekilebilir tarım alanlarının azalması, su kaynaklarında belirli coğrafi alanlarda yoğunlaşan yetersizlik, iklim değişikliklerinin neden olduğu kuraklıklar, küresel ısınmanın eşliğinde getirdiği kirlilik ve eko sistemin tahrip olması, buzulların erimeye başlaması ile birlikte okyanuslarda iklimleri dengeleyen akıntıların (örneğin Labrador) yanal kaymalara başlaması, vb. gibi yaşamsal açıdan her biri diğerinden ciddi etmenler, dominant güçlerin varlıkları ve refahlarının sürdürülmesi için gerekli yayılmacı ve sömürgeci politikaların neden olduğu çatışmalar, yaygınlaşan ırkçı ve mikro milliyetçi akımların körüklediği etnik ayrılıkçı hareketler, giderek otoriterleşme eğilimi gösteren yönetsel yapıların liberalizme karşı moda bir kimlik kazanmaya başlaması, teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan kimi ülkelerin sürükleneceği edilgen ve uydu konumlar dikkate alındığında geleceğin tehdit kaynaklarında terörizmin yeni bir rol, yer ve olası yönelimleri belirginleşmeye başlamaktadır.

1.3 Anılan değişimin en önemli ve başat yönlerinden birisinin, uluslararası ve üstü bir güç odağı olarak ortaya çıkan ve devletler dışı olarak adlandırılması olası kişi, kurum, kuruluş, grupların varlığında yeni bir güç yoğunlaşması ve odağının dünya siyasetinde rol almaya başladığı söylenebilir. Anılan odakların, uluslararası arenada güçlerini artırmalarının terörizmi amaçlarına ulaşma bağlamında kullanan ya da kullanmak isteyen devletlerin cephaneliklerinde gereğinde başvurulacak önemli bir silah ve mühimmata dönüşmesinin, gelecek senaryolarında yer alması şaşırtıcı olmamalıdır.

Bu nedenle terörizmin tarihçesi, sosyolojik ve psikolojik yönleri, besleyen ve motive eden etmenlerle önümüzdeki yıllarda olası paradigma değişimlerinin neler olabileceğini etkileşim bağlamında incelemek yararlı olacaktır. Son 10 yılda terörizm “taktik hamleler” olarak adlandırılan geleneksel yöntemlerini terk eden radikal değişiklikler yaşamakta olup bu değişimin öngörülebilir gelecekte hatta günümüzde yarı askeri bir stratejiye evrilmiş olmasının yaşanan ve yaşanması sürecek bir gelişme olacağı söylenebilir. (Çitlioğlu, Gri Tehdit Terörizm, 2008)

Terörizm; düşük maliyetli, sınırlı insan gücü gerektiren, yer/zaman/hedef açılarından sürpriz kimliğinde, iletişim olanaklarının gelişkinliği ile pek çok odağı eş zamanla etkilemesi açılarından kabul edilmesi gerekir ki yeni bir savaş yöntemi olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.  Etnik ayrılıkçı ve taban desteğine gereksinim duyan yığınsal örgütler dışında özellikle ideolojik kaynaklı terörizmin, doğası gereği ters üzüm salkımı modeli ile gerçekleşen dikey yapılanmasındaki gizlilik ve hücre sistemi nedeniyle kaynağında yok edilmesi sabırlı ve uzun süreli bir mücadeleyi gerektirmektedir. Yüksek düzeyde hareket kabiliyeti ve hızlı tepkiler verebilme özelliği ile terör örgütleri devletlerin tabi oldukları yasal çerçeve ve karar alma mekanizmalarının gerektirdiği ağır işleyen zamanı kendi lehlerine kullanabilme imkanına da sahip oldukları için önleyici istihbarat terörizmle mücadelede başat bir öneme yükselmektedir.  Öte yandan terörizmle mücadelede istihbarat (signit, elint, vb) ve eylemsel alanda son teknolojik gelişmeler (uydu bağlantılı tam zamanlı silahlı ve silahsız insansız, vb)  kullanılır ve başarılı sonuçlar alınırken terör örgütleri de eş zamanla teknoloji kullanımına başvurmakta ve bu gerçeklik birbirini besleyerek tırmandıran spiral bir sarmala dönüşmüş bulunmaktadır.

Anılan yeni savaş yöntemine başvurabileceklerin, mikro milliyetçiliği makro düzeye taşımak, etnik bir grubun bağımsızlığını öngören ayrılıkçı hareketler için şiddete başvuran marjinal gruplar/örgütlerle sınırlı kalmayacağı, terörizmi bir enstrüman olarak kullanmayı seçebilecek kimi devletler, ulus üstü aktörler ve güç odaklarını da içerebileceği düşünüldüğünde, terörizmle mücadelenin ulusal sınırları aşan ve uluslararası işbirliğini zorunlu olarak gerektiren, özneden bağımsız bilimsel bilgiye dayalı yeni bir boyuta taşınması kaçınılmaz görünmektedir. Bir başka anlatımla “senin teröristin benim özgürlük savaşçım” yaklaşım ve ikileminin yarattığı “gri alan” varlığını koruduğu sürece terörizmle kesin sonuç alıcı bir mücadele herhalde mümkün olmasa gerektir.

Gerek anılan ikilem gerekse öngörülmesi giderek güçleşen yeni tehditlerin ortaya çıkması halinde mevcut tehdit kaynaklarına kilitli zihinsel örgütlenmemizin eşlik ettiği sınırlayıcılık bu bağlamda gelecek senaryoları üretiminde öncelik sıralamasını görece başarısız kılabilmektedir.

1.4 Adaletsizlik kavramının algı ve olgu bağlamında bireyler ve toplumlara göre değişkenlik gösteren doğası, insanlık ve terörizm tarihinin kısa bir analiziyle kolaylıkla anlaşılacağından her ne kadar aksi isteniyor olsa da terörizmin evrimleşerek sürekliliğini koruyacağını göstermektedir. Terörizm, ona zemin hazırlayan kaynaklar ve gerekçeler ortadan kaldırılmadığı ya da minimize edilerek anılan örgütler kamuoylarının kabul etmeyeceği marjinal bir konuma indirgenmediği sürece, doğrusal bir akıl yürütme, yalnızca “polisiye” önlemleri içeren sonuç odaklı değil eş zamanla neden odaklı bir mücadele konseptini de gerekli kılmaktadır. (Çitlioğlu, Gri Tehdit Terörizm, 2008) Yöneticiler ve güvenlik bürokrasisi, kamuoyunu rahatlatmak/tatmin etmek ve eleştirel yaklaşımlardan kaçınmak adına haklı nedenlerle geçici olabilme riskine karşı kısa zamanda sonuç almayı amaçlayan “polisiye” önlemlere başvururken neden odaklı mücadeleyi ötelemesi ya da eş zamanla bu uygulamaya başvurulmamasının ne gibi sonuçlara yol açabileceği Enduring Freedom harekatında Afganistan’da ABD birliklerinin geçmişteki komutanı General Cal Mc Chrytsal’in ABD Başkanlığına sunduğu raporunda (Thomas, 2009) şöyle ifade edilmişti; “Eğer karşılaştığınız 10 Taliban mensubundan ikisini öldürürseniz geriye 8 düşman kalmayacaktır. Tam aksine 20 düşmanınız daha olacaktır, öldürdüğünüz iki kişinin akraba ve arkadaşları…” Sosyal bilimlerin matematik ya da sayısal değerlere indirgendiği hallerde açıklayıcı ve yeterli olmadığını vurgulayan bu saptamanın, terörizmle mücadele yöntemlerinin belirlenmesinde taşıdığı önem metodoloji tespit ve uygulamalarında dikkate alınmaya değer görülmektedir.

1.5 Kaldı ki terörizmin yalnızca hedeflerine ulaşmak isteyen grup, örgüt, birey ve toplulukların başvurdukları bir eylem türü olmadığı, zaman zaman -hatta son on yılda sıklıkla- devletlerin başvurdukları düşük maliyetli ve kaynağının belirlenmesi güç bir enstrümana dönüşmüş bulunduğu dikkate alındığında; terörizmi bizzat besleyen/yaratan, (örneğin PKK, YPG/PYD) ulusal hedef ve çıkarlarına ulaşmak için kullanan bazı devletlerin terörizmle mücadeleye olumlu katkı sunmaları herhalde beklenmemelidir.

Son yarım yüzyıldır uluslararası alanda hararetli ve yaygın tartışmalara karşın terörizmin tanımı konusunda küresel bir uzlaşıya varılamamış olması, kimi devletlerin sıklıkla başvurdukları kullanışlı bir silahtan vazgeçmemek istemeleri ile açıklanabilir. Hemen her ülkenin söylem temelinde küresel bir tehdit olarak kabul ettikleri bir olgunun tanımlanmamış ve kabul görmemiş olması ile bağlayıcı yaptırımlar getirilmemesinin (her ne kadar BM tarafından bir tanımlama yapılmış olsa da) başkaca mantıklı bir açıklamasının olmaması gerekmektedir.

Terörizmin yıkıcı etkilerinin, eylemlere muhatap ülkeler/toplumlarda fiziksel ve psikolojik travmalara neden olduğunu, bu bağlamda edilgen bir konuma savrularak yaşam alışkanlıklarını değiştirmeye zorlandıklarını, güven duygularının erozyona uğradığını, topyekun mücadele konusunda gerekli toplumsal desteğin azalma eğilimine girdiğini gören terör örgütleri, eylem eşiklerinin düşmesinden yararlanarak daha da sofistike ve tahrip gücü yüksek eylemlere yönelmektedirler.

Küreselleşme özellikle iletişim teknolojilerinde yaşanan ve her gün bir önceki günün bilgilerini eskiten hızlı gelişimi ile bireyler ve toplumların, nicel ve nitel beklentilerini artırmakta, gelişmiş ülke/ulusların sahip oldukları refah düzeyine ulaşma isteği yaygın ve paydaş bir arzuya dönüşmektedir. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan uluslar/toplumları esir alarak özgür düşünceyi engelleyen tabu duvarları küresel iletişimin ağırlığına dayanamayarak ezilip yıkılmakta, sosyo ekonomik farklılıkların altında yatan vahşi kapitalizm ve emperyal yeni sömürgecilikle, dominant güçlerin çıkar amaçlı dayatmalarına karşı paydaş bir başkaldırı giderek uç vermeye başlamış görünmektedir. Bu gerçeklikler sonuç olarak günümüz terörizmini; yakın gelecekte alışılmış tanımlar, bilinen klişeler dışında ve mevcut klasik mücadele yöntemlerinin eskiyerek geçerliliğini geniş ölçüde kaybettiği  yeni bir kulvara taşımaya aday görünmektedir.

Tüm bu gelişmelere bağlı olarak terörizm; küreselleşmiş dünyanın hegemonik ilişkilerini sorgulayan bir boyuta taşınarak, birey ve toplumların statükonun kendilerince adaletsizlik olarak algıladıkları uygulamalarına karşı seslerini daha fazla yükseltmeleri, şiddetin anonim bir ifade ve iletişim biçimine evrilerek öfkelerin bastırılamaz bir hale dönüşmesi sonucu alışılmış klasik anlamının ötesine geçerek, gelecekte nerelere varabileceğinin sinyallerini vermeye başlamış görünmektedir.

Öte yandan iletişim, ulaşım. karar ve kontrol mekanizmaları açısından  dünyayı küçülten küreselleşme eş zamanla artan olanak ve farkındalıklar nedeniyle teröristlerin hedef seçim ve eylemlerini de küreselleştirmiş bulunmaktadır. Sonuçta, siyasal ve ekonomik hakimiyetlerini sürdürmek, geliştirmek, konsolide etmek isteyen bazı devletler ve devletler dışı güç merkez/odakları ile varlıklarını sürdürerek şiddet yoluyla amaçlarına ulaşmayı hedefleyen terör örgütleri arasında bir tür arz-talep olarak tanımlanması olası kirli bir  ilişki ağı ortaya çıkmış bulunmaktadır.

1.6 Nitekim ABD Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığının “21’nci Yüzyılda Terörizme Askeri Rehber” başlıklı yayınında “Hükümet Bağlantısı, Terör Örgütleri  Kategorisi” ana başlığı altında anılan ilişkiler; “Devlet Sponsorlu, Devlet Destekli, Devlet Güdümlü ve Devlet Yönetimli”  olarak tanımlanıp kategorize edilerek kimi devletlerle yine kimi terör örgütleri arasında doğrudan ya da dolaylı kirli bağlantılar kayda geçirilmiştir. (ABD Kara Kuvvetleri, TRADOC G2, 2007)

Yakın geçmiş ve günümüzde yaşanan ve çalışmamızda açıklanmasına çalışılan “arz-talep” etmenini doğrulayan veri hatta kabul kimliğindeki bu yayın; “PKK,PYD/YPG,PJAK”  ya da yakın geçmişte kimi Latin Amerika ülkelerinde faaliyet gösteren CIA etiketli Kontralar’ın nasıl değerlendirilmesi ve kategorize edilmesi gerektiğini bizzat müellifinin ABD Kara Kuvvetleri Komutanlığı) ağzından açıklamaktadır.

Kaldı ki gerek SSCB gerekse Rusya Federasyonu dönemlerinde “Ulusal Kurtuluş Hareketleri” olarak tanımlanan şiddet içeren başkaldırıların desteklenmesi Kremlin tarafından açıktan uygulanan ve ifadesini yasalarda bulan yaygın bir uygulamaydı. (örneğin ASALA, JCAG, PLO, PFLP vb. gibi)

PKK/YPG bağlamında Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren “devlet destekli/devlet güdüm ve yönetimli” örnekler arasında Suriye, Yunanistan, GKRY ve ABD’nin adını anmamak herhalde eksik bir değerlendirme olacaktır. PKK liderinin on yılı aşkın bir süre Suriye’de, El Muhaberat’ın (Suriye Gizli Servisi) koruması altında ve rejimin bilgisi dahilinde yaşadığı, Türkiye’nin güç kullanabileceği uyarısı üzerine önce Rusya sonrasında Yunanistan ve İtalya’ya uzanan yolculuğunun Yunanistan Gizli Servis (EYP) mensupları korumasında Kenya/Nairobi’de Yunanistan Büyükelçiliğinde sonlandığı devlet destekli terörizmin çok açık bir örneği olmalıdır.

31 Ocak 1999’da Yunanistan Gizli Servis mensubu (EYP) Savvas Kalenterides’le birlikte ve GKRY (Kıbrıs Rum Yönetimi) tarafından adına düzenlenen yasal pasaportla Kenya/Nairobi’de, Yunanistan Büyükelçiliğine getirilen ve bir süre elçilikte ikamet eden PKK lideri, ABD ve Türkiye ortak operasyonu ile Türkiye’ye getirilmişti.

Devlet destekli terörizm konusunda sicili hayli kabarık ve kirli olan komşumuz ve Türkiye ile birlikte NATO üyesi olan Yunanistan, Atina yakınlarındaki Lavrion kampında PKK mensupları ile birlikte DHKPC mensuplarını da barındırarak patlayıcı ve el yapımı bomba yapımı konularında eğitim vermiş, bu eğitimlere GKRY’de, Trodos dağlarındaki kamplarla destek olmuştur.

Bu örneklere İran’ın çevresinde oluşturmak istediği korunma kalkanı bağlamında (Şii Yayı/Shia Crescent) Hamas, Hizbullah gibi örnekler de eklenebileceği gibi Suriye İç Savaşında müdahil ülkelerin neredeyse hepsinin denetiminde birden fazla silahlı örgütün varlığından, BMGK terör örgütleri listesinde yer alan HTŞ’nin uluslararası alanda kabul gören ironik değişimi ve liderinin mevcut konumundan, biraz daha gerilere gidildiğinde Afganistan’da, Rus işgaline direnmek üzere örgütlendirilen günümüz yönetiminin yasal sahibi, geçmişin terör örgütü; ABD öncülüğünde Pakistan ve Suudi Arabistan’ın finansman, eğitim, lojistik desteği ile sahneye sürülmüş bulunan Taliban’dan söz edilebilir.

Sonuç:

Ortaya çıkışı, amacı, ideolojisi her ne olursa olsun terör örgütlerinin çok büyük bir bölümünün, (özellikle yığınsal ve ayrılıkçı) bir devlet ya da devlet dışı aktör ya da aktörlerin siyasal, ekonomik, lojistik, istihbari desteği olmaksızın varlığını sürdürmesinin ve elbette organize suç örgütleri ile ilişki kurmadan mümkün olmadığı gerçekliğinden yola çıkılarak; gelecekte örtülü, hibrit ve asimetrik çatışmalarda bu tür örgütlere ihtiyacın artabileceği dikkate alınarak mücadele yöntemleri ile mücadelede görev alacak güvenlik güçlerinin eğitim, donanım, istihbarat, destek hizmetleri vb. konularda yeniden yapılandırılmaları, yasal mevzuat ile karar alma mekanizmalarının  olası yeni tehditlere bağlı olarak hızlı ve gereğinde ön alacak gerekli düzenlemelere tabi tutulması kaçınılmaz ve ihmal edilmemesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu hipotez ve önerme, elbette ayrımsız tüm terör örgütlerinin, devletler ya da devletler dışı aktörlerle organik ilişkilere sahip oldukları görüşünü savunmamaktadır. Yakın geçmişte Almanya, İtalya, Japonya’da faaliyet gösteren (Red Armee, Red Brigates, Baader Meinhof, Aum Şinrikyo vb. gibi) ideolojik temel ve çıkışlı örgütlerin devletlerden (görece) bağımsız yapıları örnek olarak verilebilirse de makro tablo içinde yer alan mikro özellikli bu oluşumlar, özellikle etnik ayrılıkçı ve dini referans alan yığınsal örgütlerin devletler/devlet dışı aktörlerle ilişki ağının varlığını ortadan kaldırmamaktadır.

Çalışmamızda açıklanmasına çalışılan anılan hipotez ve savların ışığında belirlenecek orta ve uzun vadeli, esnek, gelişmelere göre ivedilikle güncellenecek birbirleri ile bağlantılı modüler kompartmanlardan oluşan bir stratejinin, ön alma açısından hayata geçirilmesi zorunlu görülmektedir.

Strateji belirlemede temel kuralın alt/yan unsurların bileşkesinde “ufuk hattının ötesini” görebilme olduğu düşünüldüğünde; gelişme ve oluşumlar ufuk çizgisinin önüne düşerek herkes tarafından görünür hale geldiğinde alınacak önlemlerin proaktif niteliklerini kaybederek reaktif bir konuma indirgeneceği gerçeği, terörizmle mücadele konsept, metodoloji ve doktrinlerinin bu temeller üzerine inşa edilmesi gerektiğini başarı adına kaçınılmaz kılmaktadır.